Pasaportların da sınırlar, devletler, para ve diğer kandırmacalar gibi gün gelip ortadan kalkacağını biliyorum ama bugün yeryüzünde attığım her adımda bir insan değil de bir ülkenin uzantısı olarak görülmeme yol açan bu saçma defterin egemenliğinden kurtulamıyorum. Şükür en azından bir pasaportum var da bazı sınırları geçebiliyorum ama bu da bütün diğer pasaportlar gibi beni bir devletin malı yapıyor, bu malı da her yer kabul etmiyor.
16 yaşımda Avrupa’da Interrail turu yaptığımda yalnızca iki vize almam gerekmişti. Benzer bir turu yalnızca üç yıl sonra yaptığımda bu sayı beşe çıkmıştı ve en azından bir elçilikteki mülakat sonunda sinirimden oturup ağlamıştım. Yıllar sonra Kanada’ya vize başvurum hesapta “maddi durumum yeterli bulunmadığı için” reddedilince bir daha böyle ikinci sınıf insan muamelesi görmeye katlanmayacağıma ve böyle kibirli Batı ülkelerine gitmemeye karar verdim. Kocaman Asya vardı önümde.
Diğer birçok pasaporta zorluk çıkartan İran’a elimi kolumu sallayarak girmenin, Hindistan elçiliğine parasını verip 6 ay vize almanın keyfine diyecek yoktu. Güney Doğu Asya’da ise Türkiye öyle uzak bir ülkeydi, ne buralara göçmüş yüzbinlerce Türkiyeli’den bıkmışlardı ne de başka bir politik dertleri vardı Türkiye’yle. Ta ki Çin olimpiyatlar nedeniyle Türkiye’yi ait olduğu şüpheli bir bohçaya tıkana kadar.
Geçen yıl Çin’e gitmeden önce Bangkok’daki elçiliği ziyaret edip, bir form doldurup parasını ödedikten 4 gün sonra iki aylık vizemi almıştım. Üstelik bu vize Çin’deyken 6 aya kadar uzatılabiliyordu. Ama geçen Mayıs, uçak biletimi alacağım gün, olimpiyatlar sırasında asayişi korumak bahanesiyle vize yönetmeliğini değiştirdiler. Yeni kurallara göre vizeye başvurmak için gidiş dönüş uçak bileti ve otel rezervasyonu göstermek gerekiyordu. Tabi ki bunun gibi belgelerin sahtelerini yapmak Bangkok’ta isteyene pilot brövesi bile veren seyahat acentaları için çocuk oyuncağıydı. Gel gör ki bir de ek kurallar vardı ve bunlardan biri Asya ülkelerinin vatandaşlarının Çin vizesi başvurularını ancak kendi ülkelerinden yapabilecekleri yönündeydi. Ve bu kez Türkiye bir Asya ülkesiydi.
Olimpiyatlardan sonra Çin eski yasalara döndü ve yine kolayca vize vermeye başladı ama benim için iş işten geçmşti. Bu kez Tayvan’a gitmek istedim. Onların da uçak bileti ve otel rezervasyonu ya da davetiye istediklerini bildiğim için bunları hazırlamıştım. Günler süren çabalarım sonucunda robot telesekreter yerine kanlı canlı bir insanla konuşabileceğim bir elçilik numarası da buldum ve sorumu sordum “Türkiye pasaportuna vize vermek için koşullarınız nedir?” Yaklaşık on dakika beklemede tutulduktan sonra aldığım cevap “Türkiye’de konsolosluğumuz var, eğer Malezya’da çalışma vizeniz yoksa gidip Türkiye’den almanız gerekiyor. Burada size vize veremeyiz.” Çin’in resmi adı Çin Halk Cumhuriyeti, Tayvan’ın resmi adı Çin Cumhuriyeti ve bunlardan ilki anti-demokratik ve kapalı olmasıyla biliniyor, ikincisi ise bölgede önde gelen oturmuş demokrasilerden biri hesapta. Ama bu demokrasi Çin Cumhuriyeti vatandaşları için geçerli, benim gibi Türkiye pasaportuyla gezmek zorunda olanları kapsamıyor anlaşılan.
Bunun üstüne de “Tayland’a gidip meditasyon inzivasına girmek paklar beni” diye düşündüğüm sırada, sınırda verdikleri kalış iznini bir aydan 15 güne indirdiklerini öğrenince iyice keyfim kaçtı. Nedir derdiniz kardeşim? Kafanıza göre devletler kurup orduları dikmişsiniz sözde sınırlara, insanların ordan oraya gitmesine izin vermiyorsunuz, kuşlar, köpekler, maymunlar geçiyor da insanlar geçemiyor. Bunun bir anlamı olabilir mi?
Bugün tamamen kandırmacayla dolu bir dünyada yaşıyoruz ve çoğu zaman bu kandırmacalara inanarak onları kuvvetlendiriyoruz. Ama çok yakında devletlerin de, sınırların da, paranın da, pasaportun da sonu gelecek ve hepimiz yeniden bitkiler gibi, hayvanlar gibi kardeş olduğumuzu hatırlayacağız. Gözümüze inen perdeler yakında kalkacak ve çıplak olduğumuzdan utanç duymayacağız. Yakında geçmişimize bakıp millet, devlet, din, para gibi yanılsamalarla ne kadar zaman kaybettiğimizi görecek ve bunlardan hızla uzaklaşacağız. Uygar dünyanın doğacağı bu gün hızla yaklaşıyor.
Yasalar ahlağın üstünde değil. Eğer bir yasaya bariz bir şekilde adaletsizse ya da yanlışsa ve yasal yollardan ona karşı koymak mümkün değilse, doğru olan bu yasaya uymamaktır. Hayat kurtarmak için hız sınırını aşmak, açlıktan ölmek yerine yiyecek çalmak gayet doğal ve doğrudur. Sonuçlarını gözönünde tutup açık açık yasaları çiğnemek yerine bunların çevresinden dolanmak kabul edilebilir ama toplumsal gelişimin önünü tıkayan, dünyada huzur ve barışın gerçekleşmesini engelleyen yasalar olduğu sürece, bunları geçersiz kılmak hepimizin sorumluluğudur. İşte yakında gerçekleşecek olan da budur.
Dünya memleket geyikleri
21 Aralık 2008 Pazar
2 Aralık 2008 Salı
Malezya’nın Neyi Var?
Dönüp dolaşıp tekrar benim kürkçü dükkanı Malezya’ya geldim. Büyük şehirleri pek sevmememe rağmen Kuala Lumpur’a (KL) vardığımda ruhumun yükseldiğini hissettim. Yeniden bildik bir yerde olmanın rahatlığı değil, Malezya’nın bambaşka bir enerjisi var. Nasıl anlatayım nereden başlayayım bilmiyorum.
Aslında esas düşüncelerimi yine seyahat bloğuma yazacağım (icouldiwilltravels.blogspot.com) ama beni bu ülkeye bağlayan bazı şeyleri burada da paylaşmak istedim (dahası bugünlerde yazmaya yoğunlaşmak istiyorum ve Türkçe yazma pratiği yapmam lazım.)
Malezya çok-kültürlü bir ülke. Türkiye’de nedense hep “Malezya’da gericiler şunu yaptılar, buu yasakladılar” gibi haberlerle adı geçiyor ama burada müslümanlar çok ağır bir çoğunluk oluşturmuyorlar. Oldukça büyük bir Çinli nüfus var ve büyük yatırımların çoğu onlara ait, yani toplumun üst tabakalarını oluşturuyorlar. Bir hayli de Hintli var ama onlar da tam tersi kimsenin yapmak istemediği işleri yapan alt tabakayı oluşturduklarından biraz sıkıntılılar. Geriye kalan Malayların büyük çoğunluğu müslüman ama bütün ülkeye müslümanlığı dayatmak gibi bir çaba içinde değiller.
Malezya oldukça modern bir ülke; dünyanın en yüksek ikiz kulelerine, dünyanın en uzun köprülerine, hatta bir uzay programına falan sahip. Petrol ve palmiye yağı zengini olmuş ve teknolojik araştırma, geliştirme ve üretime öncelik tanıyan bir ülke. KL’deki Türk Konsolosluğuna gittiğimde, gelecek sene değişecek çipli pasaportlarımızın çiplerinin Malezya’da üretildiğini öğrendim. Yakın geçmişte Malezya’nın gelişmesindeki önemli isimlerden biri Mahatir Muhammed. Amerikan emperyalizmine boyun eğmeyi reddeden tavrıyla Asya’nın Hugo Chavez’i olmuş ve IMF’yi falan reddederek ülkeyi ekonmik krizlerden korumuş eşine az rastlanır bir lider. Ama o da sonuçta politikacı olduğu için yolsuzluklar yapmış ve en yakınındakiler tarafından devrilmiş. Dahası aynen Türkiye’deki gibi, karşısına Amerika destekli popülist ve nereden geliyorsa zengin müslümanları dikmişler. Muhammedin devrilmesinde dincilerin etkisi büyük ama zaman içinde balonları büyük ölçüde patlamış (Türkiye’dekinden daha önce gelmişler iktidara, dolayısıyla bizim birkaç yıl daha beklememiz gerekebilir, eğer benzer bir uyanma umuyorsak). Gelir gelmez Terengganu’da şeriat uygulamaya başlayıp, başkent Kota Baru’daki parklarda kadınlar ve erkekler için ayrı ayrı banklar, ayrı otobüsler falan koymuşlar ama duyduğum kadarıyla 10 yıl içinde ne bu otobüsler kalmış ne de bankların üstünde yazanı takan kimse.
Malezya da Türkiye gibi sözde bir demokrasi. Basın özgürlüğü yok ve seçim yasaları neredeyse Türkiye’deki kadar demokratik seçime el vermeyecek kadar bozuk. Yine de kurulduğundan beri Türkiye’deki gibi hasta edici korkulara kapılmayıp eyalet sistemini benimsemişler; geleneksel yerel krallık sistemini de bir ölçüde korumuşlar (Malezya dünyadaki tek dönüşümlü krallık sistemini uyguluyor, her eyaletin kralı 5 yıl süreyle ülkenin kralı oluyor ama kralın işlevi oldukça sembolik). Merkezi bir hükümet var ama her eyaletin (13 tane sanırım) kendi meclisi, başbakanı falan da var. Bu yerel gelişmeyi desteklemek ve yerel halkın isteklerini karşılamak için başarılı görünen bir sistem. Mesela halkının çoğunluğunu Çinlilerin oluşturduğu Penang eyaletinin hükümeti çoğunlukla Çinlilerden oluşurken, koyu dinci ve neredeyse tamamen müslüman Kelantan eyaletinde müslüman hükümet şeriat yasalarını uyguluyor (yalnızca müslümanlar için). Şeriat tabi ki çok berbat birşey ama en azından (ne yazık ki yine “Türkiye’deki gibi” diyeceğim) “çoğunluk müslüman Malay, gerisini tanımayız” demiyorlar.
Çinliler Çince eğitim veren kendi okullarına gidiyorlar, Hintliler Tamil dilindeki gazeteleri okuyorlar, her gün yeni budist merkezler, kiliseler falan açılıyor. Kimse de “bunlar vatanı bölecekler, herkes aynı dili konuşsun, okullarda her sabah ‘Malay’ım, doğruyum’ diye zorla yemin etsin, misyonerleri de asalım keselim, Alevilere kendi tapınaklarını yapmalarını yasaklayalım” demiyor. Yani uzaktan baskıcı görünen Malezya bile toplumsal uyumu sağlamak için herkese yaşam alanı tanıyor, bizdeki gibi sesini çıkaranı boğmuyor.
Şehir merkezlerinde minicik etekler giyen Çinli kızlar devlet dairelerinde türbanlarıyla çalışan müslüman kadınlarla geçimsizlik yaşamıyorlar. Kimse “burası laik ülke” diyip insanların türbanlarını çıkarmaya zorlamıyor. Müslümanlar da neredeyse bütün halkını oluşturdukları ve şeriat uygulanan iki eyalet dışında insanların giyimine kuşamına ses çıkarmıyorlar.
Tabi ki bütün dünyada hız kazanan dincilik burada da etkisini gösteriyor. Eskiye göre daha fazla türbanlı kadın var ortalıkta ama kara çarşaflıların büyük çoğunluğu Araplar ve bir kadının türban takması modern bir yaşam sürmesini, streç kot giymesini falan engellemiyor genelde. Yine de büyük şehirlerde istanbul’daki kadar göze çarpmıyor gericiler. Bir yandan da her toplumun kendi örgütleri var ve müslümanların da Fetva Konseyi ve Helal Kurulu gibi örgütleri var. Fetva konseyi yerel ve merkezi hükümetlere tasiyede bulunuyor. Mesela son numarası müslümanların yoga okullarına gitmesinin cazip olmadığını duyurmak oldu ama merkezi hükümet henüz bunu kabul etmedi. Ama meditasyon merkezlerinde “müslümanlar giremez” ya da loto dükkanlarında “müslümanlar oynayamaz” gibi uyarılarla karşılaşılabiliyor. Helal Kurulu da hangi yiyeceklerin müslümanlar çin uygun olup olamdığına karar veriyor ve bütün helal yiyeceklerin ambalajlarına küçük bir helal logosu basılıyor. Bazen Çin lokantalarında “non-halal” gibi uyarılar koyuyorlar. Burada aldığım bir müslüman şapkasını giydiğim bir gün sokakta karides ısmarladığımda bana “sorry, it’s non-halal” dediklerinde çok gülmüştüm. Karidesin non-halal olduğunu biliyor muydunuz?
İşte beni Malezya’da evimde hissettiren şey bu çok-kültürlülük ve hoşgörü ortamı. Bulunduğum 30 küsür ülkenin hiçbirinde (Türkiye dahil) buradaki gibi kabul görmedim. Özellikle Penang’da çok belirgin bir çoğunluk yok ve kimse herşey üzerinde hak iddia etmiyor. Dolayısıyla bir yabancı da turist gibi davranmadığı sürece bir Malezyalı’nın gördüğü muammeleyi görüyor. Özellikle bütün yabancılara kar amaçlı sağılacak inek gözüyle bakıldığı (ve buna karşılık yabancıların dev bir otel olarak gördükleri) Tayland’dan sonra Malezya insana derin bir nefes aldırıyor.
Tabi bunun yanısıra Malezya’da çoğunluğun güzel İngilizce konuşmasının da etkisi var. Çinliler genelde Malayca öğrenmeyi reddettiklerinden Malaylarla İngilizce anlaşıyorlar. Farklı kültürlerin bir arada yaşamasının bir diğer olumlu etkisi yemek çeşitliliği. Malezya’da yemek kültürü çok gelişkin ve çok çeşitli. Hemen her yerde Malay ve Çin yemekleri ve çoğu zaman bunların yanında Hint ve Batı mutfakları bulmak mümkün. Zaman bunları birbirine karıştırıp Nyonya mutfağı gibi çok özel tatlar da oluşturmuş. Bildiğim kadarıyla Lonely Planet seyahat rehberinde ülke çapında “yemek turları”na yer verilen yegane ülke de burası. Dolayısıyla benim gibi 6-7 ay buralarda kalınınca 10 kilo falan alınıyor.
Malezya doğası ya da tarihi için görülecek bir ülke değil. Benzer doğal ve tarihi güzellikler çevre ülkelerde de fazlasıyla mevcut. Ama toplumsal uzlaşının nasıl yaşadığını görmek için özellikle Türkiyelilerin gelip görmeleri gereken nadir bir ülke.
_______________________
Bu arada Türkiye’nin de dünya kadar övülecek yanı olduğunun farkındayım. Burada verdiğim örnekler daha ziyade farklı kültürlere bakarak düzeltebileceğimiz aksak yönlerimizle ilgili. Aksamayan kısımlarımıza değinmenin gereğini görmediğim için Türkiye’yi kötülediğim düşünülsün istemem. Mesela Türkiye’de hoşgörü diye bir şey yoksa da yemekler konusunda Malezya’yla rahat rahat yarışır. Hapiste yatan, ceza yiyen daha fazla gazetecimiz olsa da, farklı fikirlerin tartışıldığı basın organlarımızın olması da su götürmez bir avantaj. Demek istediğim şey at gözlüklerimizi çıkarıp çevremize baktığımızda birbirimizden öğrenecek çok şeyimiz olduğu.
.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)