Dolayısıyla son iki yılda Güney Doğu Asya’da yayınlanan gazetelerden ve nadiren gördüğüm televizyondan aldığım memleket haberleri pek iç açıcı haberler olmadı.
İlk geldiğim günlerde Papa’nın İstanbul’u ziyaretinin “müslüman Türkler” tarafından nasıl protesto edildiği haberlerini gördüm. Daha sonra misyonerleri ve Hrant Dink’i öldürdüler. Ben farklı kültürlerin bir arada yaşamayı başardığı diyarlarda bu hoşgörü ortamının tadını çıkarırken, Türkiye’den gelen haberler bazı yurdum insanlarının ne kadar hoşgörüsüz, ne kadar monokültür düşkünü olduğunu gösteriyordu. Sonra bir ara kriz çıktı, AK Parti gider gibi oldu, yüreğime su serpildi ama seçim sonuçlarının Endonezya gazetelerinde nasıl kutlandığını görünce işin iyice boka sardığını kabul ettim. Bütün bunlar olurken güzel memleketim terör ve trafik kazası haberleriyle düzenli olarak gazetelerde boy göstermeye devam etti.
“Şimdi Türkiye’de olmak nasıldır?” diye çok düşündüm,“herkes içi kararmış darbe bekliyor olmalı.” Gördüğü onca askeri darbe sayesinde sol tarafı felç edildiği için bugün islamcılıkla boğuşan ve buna bile sokağa çıkıp demokratik tepki göstermeye tırsan yurdum insanı çözümünü, bütün bunların nedeni olan darbede bulması ne garip bir çelişkiydi. Kökten dincilerle kökten laiklerin birbirlerine girip ortalığın iyice karıştığı haberleri de sık sık haberlerde görünür oldu son zamanlarda. Dinibütün kızları üniversitede okutmamak için ellerinden geleni yapan sözde laiklerle, dünya çapında yükselen islamcılık rüzgarıyla yelkenlerini doldurup görülmemiş bir çoğunlukla anayasayı bile değiştiren islamcı AK Parti tayfası arasında çıkan ve kendine demokratik diyip ciddiye alınmayı uman hiçbir ülkede görülmemiş bu acayip mücadele içinde halkın son “umudu” darbe girişimi de nihayet hapse tıkılmıştı.
Avrupa futbol kupası yapılırken Filipinler’de olduğum ve bu ülkede futbola gösterilen ilgi Türkiye’de beyzbola görterilen ilgi kadar olduğu için memleketimden gelmesi muhtemel yegane güzel haberleri de iş işten geçtikten sonra interneetten aldım. Üstelik o zaman bile çevremdekilere böbürlenemedim (ne diyecektim? “futbol diye bir oyun var, yok ragbi değil, topa yalnızca ayakla vuruyorlar, dünyada çok popüler...”)
İşin geyik tarafı bir yana insan uzakta olup da çok az haber alınca her haber çok önemli görünüyor. Mesela gazetede “Türkiye ordusu Irak Kürdistan’ına girdi” haberini okuduğumda ben de uzaklardaki birçokları gibi “bunlar şimdi girdiler mi çıkmazlar, kesin kafalarında Musul ve Kerkük’ü ‘geri almak’ vardır, bu savaş büyür şimdi” diye düşünmüştüm ama gerçeğin yine eskisinden farklı olmadığı kısa zamanda ortaya çıktı. Her zaman olduğu gibi yine birileri Türkiye’nin kanını emmek için asla kazanamayacağı ve kaybedemeyeceği bir savaşla uğraşması için ellerinden geleni yapıyordu.
Bu haberler uluslararası basında çıktıkça bunlarla ilgili bir dolu soruya cevap vermek zorunda kalıyorum. Bana “Türkiye böyle mi, yoksa şöyle mi?” diye sorduklarında acaba Türkiye’nin nasıl olduğunu düşündüğümü mü, nasıl olmasını dilediğimi mi yoksa genelde nasıl görüldüğünü mü anlatayım bilemiyorum. Mesela Malezya’da “müslümanlar Türkiye’yi Atatürk’ün yaptıklarından kurtaracaklar mı?” gibi bir soru aldığımda acaba kısa kesip “öyle görünüyor” mu diyeyim, “yok, muhtemelen islamcılarla kökten laikler birbirlerini yedikten sonra ortalık sakinleşir” diyip daha bir dolu soruya mı maruz kalayım, yoksa “inşallah öyle olur” diyip soruyu soranın tarafını mı tutayım bilemiyorum. Ama bunların hiç önemi yok.
Bir ülkeyi uzaktan, gazetelere ve haber bültenlerine sızan haberlerle tanımaya çalışanların yerinde bir izlenim edinmeleri imkansız. Yollara düşmeden önce ben de Yunanistan’ı Türk düşmanlarıyla dolu, Hindistan’ı muson yağmurları yüzünden herkesin korku içinde yaşadığı, Malezya’yı aşırı müslümanlığın pençesi içinde, Filipinleri de zevk düşkünü diktatörlerin kontrolünde bir ülke sanıyordum. Dolayısıyla Türkiye’yi haberlerden tanıyanların da, Doğu’da mı Batı’da mı olduğu belli olmayan bu ülkenin, kurucusunun zorla ama başarısız bir şekilde değiştirmeye çalıştığı, misyonerleri ve Ermenileri öldüren hoşgörüsüz müslüman halkının hem kendi azınlıklarını asimile etmeye çalıştığı hem de civar ülkeleri işgal etmek istedikleri ve yaptıkları yegane iyi şeyin uluslararası turnuvalarda iyi futbol oynamak olduğu sonucunu çıkarmaları o kadar da şaşırtıcı bir şey değil.
Özetle, demek istediğim şu ki, uzaktan bakınca herşey bambaşka görünüyor. Bir yeri tanımak için kalkıp oraya gitmek gerektiği gibi, uzaktan nasıl göründüğümüzü anlamak için de alıştığımız bakış açısını bir süre için terk etmemiz gerekiyor. Bunu yapamadığımız sürece yaşadığımız yalan dünyanın yalanlarına kurban gitmeye devam edeceğiz. Çok gezenin bildiği de budur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder