Dünya memleket geyikleri

18 Ağustos 2008 Pazartesi

Hoşgeldin

Bugün ilk bloglarımı dünyaya duyurdum. Maya’nın motivasyonu sayesinde, ben de onun yaptığı gibi içimi dökmek için yazmaya karar verdim. İlk başta “yazmasına yazarım da kim gelip benim yazdığım blogları okur ki?” diye düşündüysem de, diğer blogcuları örnek alarak bunu boşverdim. Bu sanki bir not yazıp, şişeye koyup internet okyanusuna sallamaya benziyor. Bir gün sabırlı biri çıkıp herşeyi okuyabilir. Paylaşacak bir dolu hikaye var kafamda ve herşeyi gelişine ayrıntılandırmayı sevdiğimin de farkındayım (bazıları “lafı kısa kesme sorunum” olduğunu söyleyebilirler ama ben bunu sorun olarak görmek istemiyorum. Eskiden uzun mektuplar yazardım ve e-posta kullanmaya başlamam bunu pek değiştirmedi, hatta telefon mesajlarım bile bazen mektuba benziyor.)

Yaklaşık bir ay önce bu bloğu başlattım ve hala Türkçe yazarken blogun g’sini yumuşatacak mıyız yumuşatmayacak mıyız karar vermiş değilim. Bu sürede sık sık yeni postalar eklediysem de bunun her zaman yapmam pek mümkün değil zira yola düştüm mü internetten kopmak güzel geliyor. Son zamanlarda “uygarlığa” yakın bir yerde yarı yerleşik olmaktan faydalanmaya ve içimi iyice dökmeye karar verdim.

Yazdıklarımın içeriği beni tatmin eder etmez herkesi davet etmek niyetindeydim ama bu zamanın hiç gelmeyebileceğini farkederek daveti yapmaya karar verdim. Halihazırda yazdıklarımdan çok hoşnut değilim ama kabul etmeliyim ki blog yazmak benim için çok yeni birşey. Biraz adı ve yüzü olmayan iyi bir dosta mektup yazmaya benziyor. Ya da “sevgili günlük” diye başlayan bir defter tutup sonra bunu bütün dünyayla paylaşmak gibi. Çok garip bir his. Bir yandan da epeydir Türkçe konuşmadığım için dilimin dönmediğini farkediyorum. Sürç-ü lisan edersem affola. Tek dileğim paylaşmak istediklerimi okumaya sabrı olan birkaç güzel insana ulaşmaktır.

Son günlerde öğrendiğim bir diğer şey bloglarda sıranın ters olduğu, yani ilk yazılanın en sona yerleştirilir olması. Dolayısıyla hemen aşağıda gördüğün posta ilk yazdığım değil son yazdığım ve eğer baştan başlamak istersen ya sayfanın sonuna gitmen ya da yandaki postalar listesini kullanman gerekiyor. Eğer zahmet olmazsa ilk yazdığım bir kaç postayla başlayabilirsen çok sevinirim. Böylece blog biraz daha anlam kazanmış olur belki.

Yazdıklarımla ilgili ne düşündüğünü duymayı çok isterim; lütfen yazıların altındaki “yorum” linkine tıklayıp iki satır yaz aklına bir şey gelirse. Eğer yazdıklarım cidden hoşuna giderse ve yeni yazılarım bu sayfaya düşer düşmez haberdar olmak istersen yandaki “abone ol” bağlantısını kullanabilirsin (RSS).

Söylemesi ayıp, aslında esas bloğum bu değil. Bu yalnızca Türkçe yazıp biraz memleket geyiği çevirdiğim bir blog. Esas bloglarım gezilerim, iç yolculuğum ve Adem Havva durumlarıyla ilgili ve İngilizce. Onlardaki malzeme buradakinden daha zengin ve ilgini bekliyor.

Küçük paylaşı ağıma hoşgeldin...



Ama bu anlattığın eski bir hikaye – derler.

Ama hiç şüphesiz yeni bir hikaye bu anlattığın – der bazıları.

Bir daha anlat – derler;

Ya da, bir daha anlatma – der diğerleri.

Ama ben bütün bunları daha önce duymuştum – der bazıları;

Ya da, ama önceden böyle anlatılmıyordu bu – der diğerleri.

Ve bunlar, bunlar bizim halkımızdır, Derviş Baba, bu insandır.



Nakşibendi Zikri

İdris Şah’ın The Way of The Sufi kitabından

Hiç yorum yok: