Dünya memleket geyikleri

21 Aralık 2008 Pazar

Pasaportu n’apmalı?

Pasaportların da sınırlar, devletler, para ve diğer kandırmacalar gibi gün gelip ortadan kalkacağını biliyorum ama bugün yeryüzünde attığım her adımda bir insan değil de bir ülkenin uzantısı olarak görülmeme yol açan bu saçma defterin egemenliğinden kurtulamıyorum. Şükür en azından bir pasaportum var da bazı sınırları geçebiliyorum ama bu da bütün diğer pasaportlar gibi beni bir devletin malı yapıyor, bu malı da her yer kabul etmiyor.


16 yaşımda Avrupa’da Interrail turu yaptığımda yalnızca iki vize almam gerekmişti. Benzer bir turu yalnızca üç yıl sonra yaptığımda bu sayı beşe çıkmıştı ve en azından bir elçilikteki mülakat sonunda sinirimden oturup ağlamıştım. Yıllar sonra Kanada’ya vize başvurum hesapta “maddi durumum yeterli bulunmadığı için” reddedilince bir daha böyle ikinci sınıf insan muamelesi görmeye katlanmayacağıma ve böyle kibirli Batı ülkelerine gitmemeye karar verdim. Kocaman Asya vardı önümde.

Diğer birçok pasaporta zorluk çıkartan İran’a elimi kolumu sallayarak girmenin, Hindistan elçiliğine parasını verip 6 ay vize almanın keyfine diyecek yoktu. Güney Doğu Asya’da ise Türkiye öyle uzak bir ülkeydi, ne buralara göçmüş yüzbinlerce Türkiyeli’den bıkmışlardı ne de başka bir politik dertleri vardı Türkiye’yle. Ta ki Çin olimpiyatlar nedeniyle Türkiye’yi ait olduğu şüpheli bir bohçaya tıkana kadar.

Geçen yıl Çin’e gitmeden önce Bangkok’daki elçiliği ziyaret edip, bir form doldurup parasını ödedikten 4 gün sonra iki aylık vizemi almıştım. Üstelik bu vize Çin’deyken 6 aya kadar uzatılabiliyordu. Ama geçen Mayıs, uçak biletimi alacağım gün, olimpiyatlar sırasında asayişi korumak bahanesiyle vize yönetmeliğini değiştirdiler. Yeni kurallara göre vizeye başvurmak için gidiş dönüş uçak bileti ve otel rezervasyonu göstermek gerekiyordu. Tabi ki bunun gibi belgelerin sahtelerini yapmak Bangkok’ta isteyene pilot brövesi bile veren seyahat acentaları için çocuk oyuncağıydı. Gel gör ki bir de ek kurallar vardı ve bunlardan biri Asya ülkelerinin vatandaşlarının Çin vizesi başvurularını ancak kendi ülkelerinden yapabilecekleri yönündeydi. Ve bu kez Türkiye bir Asya ülkesiydi.

Olimpiyatlardan sonra Çin eski yasalara döndü ve yine kolayca vize vermeye başladı ama benim için iş işten geçmşti. Bu kez Tayvan’a gitmek istedim. Onların da uçak bileti ve otel rezervasyonu ya da davetiye istediklerini bildiğim için bunları hazırlamıştım. Günler süren çabalarım sonucunda robot telesekreter yerine kanlı canlı bir insanla konuşabileceğim bir elçilik numarası da buldum ve sorumu sordum “Türkiye pasaportuna vize vermek için koşullarınız nedir?” Yaklaşık on dakika beklemede tutulduktan sonra aldığım cevap “Türkiye’de konsolosluğumuz var, eğer Malezya’da çalışma vizeniz yoksa gidip Türkiye’den almanız gerekiyor. Burada size vize veremeyiz.” Çin’in resmi adı Çin Halk Cumhuriyeti, Tayvan’ın resmi adı Çin Cumhuriyeti ve bunlardan ilki anti-demokratik ve kapalı olmasıyla biliniyor, ikincisi ise bölgede önde gelen oturmuş demokrasilerden biri hesapta. Ama bu demokrasi Çin Cumhuriyeti vatandaşları için geçerli, benim gibi Türkiye pasaportuyla gezmek zorunda olanları kapsamıyor anlaşılan.

Bunun üstüne de “Tayland’a gidip meditasyon inzivasına girmek paklar beni” diye düşündüğüm sırada, sınırda verdikleri kalış iznini bir aydan 15 güne indirdiklerini öğrenince iyice keyfim kaçtı. Nedir derdiniz kardeşim? Kafanıza göre devletler kurup orduları dikmişsiniz sözde sınırlara, insanların ordan oraya gitmesine izin vermiyorsunuz, kuşlar, köpekler, maymunlar geçiyor da insanlar geçemiyor. Bunun bir anlamı olabilir mi?

Bugün tamamen kandırmacayla dolu bir dünyada yaşıyoruz ve çoğu zaman bu kandırmacalara inanarak onları kuvvetlendiriyoruz. Ama çok yakında devletlerin de, sınırların da, paranın da, pasaportun da sonu gelecek ve hepimiz yeniden bitkiler gibi, hayvanlar gibi kardeş olduğumuzu hatırlayacağız. Gözümüze inen perdeler yakında kalkacak ve çıplak olduğumuzdan utanç duymayacağız. Yakında geçmişimize bakıp millet, devlet, din, para gibi yanılsamalarla ne kadar zaman kaybettiğimizi görecek ve bunlardan hızla uzaklaşacağız. Uygar dünyanın doğacağı bu gün hızla yaklaşıyor.

Yasalar ahlağın üstünde değil. Eğer bir yasaya bariz bir şekilde adaletsizse ya da yanlışsa ve yasal yollardan ona karşı koymak mümkün değilse, doğru olan bu yasaya uymamaktır. Hayat kurtarmak için hız sınırını aşmak, açlıktan ölmek yerine yiyecek çalmak gayet doğal ve doğrudur. Sonuçlarını gözönünde tutup açık açık yasaları çiğnemek yerine bunların çevresinden dolanmak kabul edilebilir ama toplumsal gelişimin önünü tıkayan, dünyada huzur ve barışın gerçekleşmesini engelleyen yasalar olduğu sürece, bunları geçersiz kılmak hepimizin sorumluluğudur. İşte yakında gerçekleşecek olan da budur.

Hiç yorum yok: